Birhan Keskin Ba

20:26:00

Birhan Keskin'den okuduğum ilk şiir kitabıyla karşınızdayım. Birhan Keskin'e bu kitapla başlamak istememin nedeni Ba kitabının 2006 yılında Altın Portakal Şiir ödülünü almasıdır. Ödül alan eserleri okuduğum zaman ufkumun genişlediğini görüyorum.

“Şimdi de Birhan Keskin’e göre şiir ne yapmalı?
Ne mi yapmalı şiir?
Sabahları okula giden çocukların ellerinden tutmalı, kızların saçlarını karıştırmalı, otlar, kuşlar, hayvanlar yetiştirmeli, küçük sokaklar, evler, alanlar kurmalı, ıssız dağları şenlendirmeli, kervanlara yol göstermeli, deniz kıyılarına inmeli, sokaklarda dolaşmalı, böcek koleksiyonları yapmalı, kitaplara girmemiş otların elinden tutmalı, gazete okumalı, sevgilinin bağına yardım etmeli, Mısır papirüsleri yetiştirmeli, Karnak yazılarını sökmeli, Pers körfezi boyunca yürümeli, yeşil som ipekler dokumalı, insana yabancı her şeyin üstünü çizmeli...
Akşamları işçilerin evlerine inmeli, onlarla sofraya oturmalı, kadınlara beyaz güller armağan etmeli, yeni çayırları sulamalı, Allah’a Ölüm’le yarenlik etmeli,
çırılçıplak dolaşmalı,
çırılçıplak olmalı.”


Ona göre şiir olduğu gibi saf olmalı fakat bu saflıkta da herkese yardım etmeli. 
Şiirlerinin içinde kendisini bulmanızı ister. Belki de bu yüzden anlaşılması kolay değildir. 

Sıradan olaylardan oluşan şiirlerinde bile kendisine ait somutluk vardır. Bu olaylar yeniden kurulup, taze taze okuyucunun üzerine atar şair.

"Benden yazması okuması, düşünmesi ve yapması senden." deyip kendisine geriye çeker. Ama bu geriye çekme sadece kendisi içindir. Şiirlerinin daha fazla önde olması içindir. "Şiiri şiir yapan şiirin kendisidir."

Ba kitabı, kadının biyolojik yapısının ruhsal dengeye yansıması üzerine bir söylemdir.

Birhan Keskin, huzursuzluğunu, yakınmalarını ve hüznünü; monopoz, monogam ve monolog kavramları etrafında kurarak, tekil ( mono) bir söylemle ifadelendirir.

O içimizde hapsolan düşüncelerin bedende çıkmasını arzular. Bu yüzden mono (tekil) kelimesiyle bireyciliği aşılamaya çalışır.

Menopoza girmeden önce her ay her kadın adet olur. Bu doğanın bir kanundur. İşte Birhan Keskin, içeriye yani kadın vücudunun içine hapsolmuş olan kanın, bedenden çıkması gerektiğini dile getirir.

Ba kitabının oluşumunda kırklı yaşlar önemli bir dönemece sahiptir; çünkü bu yaşlarda şiir kişisi; kadınsılığın devamını sağlayan, onun yaratımına vesile olan ‘kan’ ile bağı kopmuş ve hormonal dengesi, onu, üreten kadın gerçekliğinden biyolojik olarak uzaklaştırmıştır. Bundan büyük bir huzursuzluk duyan şiir ben’i, kırklı yaşların beraberinde getirdiği endişeyi, bir yakınmaya dönüştürerek Hüzzam şiirinde: ”Bütün suyunu dışarı terleyen / kuru ota döndürdün beni / kırkıma ermeden, neden?” der (18). Dümen Suyu şiirinde ise “Her şeyin dindiği, bir iki ruh kabarcığından başka dümdüz kalakaldığı, kıpırtısız çarşaf gibi bir dinginliğin içine vakumladım kendimi. Burada, Kırklar’da” (45) diyerek, durağanlığın sancısının bu yaşlarda bedenine hükmettiğini vurgular; çünkü kırklı yaşlar, kadın olmanın vasıflarından biri sayılan ‘dışarı akma’nın önünü tıkamış, dolayısıyla onu nesneleştirmiştir.

She Left Home

Ben seninle uzun bir araf yaşadım
Ölümlere gittim geldim diyor.
Sığmam dünya yüzünde bir yere artık.
Nereden geçsem benim değil, kalamam bir yerde.
O demiyor, ben diyorum. Demiyorum, yağmur diyor.
Sana sarılmış kalmış ilk günüm ben. Böyle demişim o gün, bugün öyle diyor.
O günden bir yağmur çiçeği, önümde duruyor.
Bir davul sesi, bir davulun yıllarca titreşen sesi,
düz duvardan düşürmüş beni.
Tutunamamaklığım bundan, düşmüşüm, komadan,
uzun uzun uzamış kollarım. Kola benzemiyor.
Yerde yatan, komadaki, duvarda tutunmaktan düşen diyor;
Ağlama balım, değmez hiçbir şey senin gözünden akan yaşa.
Komadaki diyor;
Ben hala sarılıyım beline senin. İstanbul n’ey sesi olmuştu o gün bugün üflüyor… Senin yüzün bende,
senin yüzün bende. Hâlâ, diyor.
Vurmalı vurmalı o sesler içime değiyor.
Bir müzik parçası çalıyor içerde:
İçimde bir parça; ne kopuyor ne ölüyor.
Gitmek ölüm bana, kalmak haram.
Adını bilmiyordum sonra öğrendim:
She Left Home


Eziyet
Ağaç duruyor. 
Yol da, ot da. 

Duran bir şey var bende, 
ağaç gibi. 
Onu ayaklandırıp, oradan oraya 
gitmem zor. 

Bende bir ağaç duruyor, bir ot 
Eserse arada rüzgar 
Ağacın saçlarını o tarıyor. 

Aşk ayaklandırmıştı bir kere 
hatırlıyorum, ama… 
Şimdi rüzgar şimdi güz 
Ağacın dallarını zorluyor.

ESTRADIOL. 5.8

Eksildim ben, azaldı içimdeki su
Yeşermiyor cümlem.
Oysa
Ben senin bir kimsenim, sensin esin.
Buna inandım uyudum,
Uyandım bununla durdum.

Narın içinde canım niye kanıyor?

İNCİR

Ne yaprakları hatırlıyor ne güneşi
Ne de düşmüş dalından
Balı içinde kurumuş bir heves gibi
Duruyor yerinde geçen sonbahardan.

Kırık Anafor

Kıraç, boz ve kurak bir boşluktayım
kilimleri rüzgâra karşı astım
ben burada
sapların üstünde öğle uykusundayım
dünya aşağıda dağlar uzakta
ben küskünüm ama şu yamaç kadar
ama rengarenk, rüzgârda kilimler
ve harman sonu, yorgun yaprak, kaçkın keler.
Üzerine akşamın kapandığı gölüm ben
Bir kez hatıra ettim aşkı, bir daha etmem.
Seyrek salkımım bağda
Güz geçmiş üstünden
ve tenha.
Göl gibi misin,
Göl gibi misin?
Göl gibisin hea!Rüyadasın, hey, rüyasın.
Bir su şiirinde
Gürültüyle konuşuyorsun
Aşağı iller,
Susmuş şimdi. Oyy!sa
Kesif Su
Puslu ve sarı bir çin sabahı gibiyim bazen
Sağım solum kış, şehir,
Üstüne ay mavisi düşmüş bazen uzak nehir...
Dünya bana göre bazen, bazı zehir...
Ferah Ayini
Dünyanın bir yerinde, burada, 
bir göl öylece duruyor. 
Mavi eflatun bir sabah
Dünyanın bir yerinde
kendini yavaş yavaş kuruyor.
Bir kadın, benden biraz küçük,
ılık ılık, bana dünyayı,
sabahın hayretini anlatıyor:
(Bir su şiirinde ben, gürül gürül akan
aşağı illermişim eskiden)
Bir kadın, benden biraz küçük,
Sıçrayan Su olsun mesela adı,
üstümdeki sessiz örtüye yağıyor.
Burada, dünyanın bir yerinde,
bir göl, öylece duruyor,
Arkada dağlar var, onlar;
daha da dağ daha da dağ 
daha da dağ diye
benim eflatunuma vuruyor.
Bir şaman, burada, bir şaman davuluna
Sabah olana dek kayının kederiyle vuruyor.

Aşk

aniden. birdenbire, beklenmedik olandan...
beklemeyene: dile gelen bir dünya.
vahiy gibi, en çok ona benziyor.
baharın karnını öptüğüm rüya.

o yüzden "ayaklandım", yukarı ağdım.
sana vardığımda ağlamam bundan...

adını andığımda sıcak akıyor bütün nehirler
dünyayı dolduran sözü olduran o.
ve ben ne desem şimdi, benden değiller.
hala soruyor musun bana, aşk ne demek:
o en "bir" ve "tam" olana yürümek.

durup durup geçmesin içinden ağlamak
dur, neden ağlıyorsun ca'nım,
yetmez mi ikimize bir sağanak...


Evin Halleri

20EYL
Sen evden de benden de gidersin bazen Yol seni bekler, yola koyulursun üşenmeden. Susar derinden ev, ıssız halidir.
Ben sana, ev bana, sen eve, ev sana Kara kara bakar ya bazen Ah kıyamaz hani kimse kimseye. Evin içerlek halidir, boynu eğilir.
Mutfakta çayın sesi demlenir Sabah, benim sesimde sonbahar Senin sesinde bir çocuk Ev mutludur halinden, pötikarelenir.
Ben sana, sen bana soyunursun bazı geceler; sen kendinden sarkarsın, ben kendimden. Benlerimi saysın sabah Şerife teyze Evin dağınık halidir.

NEHİR MANZARASI

Bırak sökük kalsın rüzgâr, bu zırdeli düşün içinde gerçeğin ne anlamı var. Biz bu zırdeli düşün içinde kavrulmuş kurumuş iki fıstık gibi Yatalım uyuyalım uyanalım kalkalım Değil mi ki, bir yere kilitlenmiş Bir küçük iyiliktir aşk, Değil mi ki, billurdan bir yalan dünya Bırak ersin o tamama Gel bak tepeden bir nehir manzarası göstereceğim sana.
Taş
İlk benim yüzüme rastladınız, en eskisiyim buranın, Karnıyım dünyanın. Yeryüzünün ağrısı bendedir. Kum ve kayaç benim.
Issızlık bilgisiyim ben, sessizlik bilgisi. Dumanın ve kalmanın büyük planıyım.
Her şeyi gördüm, her şeyi. Suyun gidişini, ağacın çiçeklenişini. Tekrar tekrar gördüm ben daha da görürüm. Büyük Zaman, benim.
Denizler dalgalar dövdü beni, sert rüzgârlar yurt bildi zirvelerimi. Kırıldım, söküldüm, ufalandım; döndüm bitiştim tekrar kendime açsan, kırsan, baksan; bütün yeryüzü, her zerremde.
Taş taşıdım, içim kendimden yorgun benim, dilim çok uzun bir yankı. En eskisiyim ben buranın.
Fotoğraf 
Ben çok eski bir fotoğrafta duruyorum.  Yüzüm o fotoğrafta bile eski bir fotoğrafa benziyor.  Karmakarışık bir mitoloji, sarmaşık bir tempo  tam o anda durmuş fotoğrafa;  hâlâ duruyor.  Bir büyük yangında donakalan bir an:  Köprüsü yok bir köprü ayağı,  kaderle yerinde duran.  Suyu çekilmiş bir çukur çeşme  bir vakit sebil, ve  bir devrinde gülmüş sonra yıkık eski bir şehir.  Beş kadın bir de yeşile yakın bir sepya:  Biri yanındakine ömrünü veriyor,  Üçüncüde boynunu sola çeken bir keder  Öylece duruyor. dördüncü ha var ha yok bir hayal.  Beşinciye çok eski bir yağmur vuruyor.  Siyah beyaz bir günmüş,  fotoğrafın derininde bir gümüş nehir,  donan andan dışarı, bir tek o, yürüyor.
Gül Toplamak
İçinden geçen çocukluğunu, gençliğini gördüm senin. Yüzünde yol alan can kuşunu, aşka dair cümleni. Ben gördüğümde bütün zamanlardaydın sen.
Anladım bir kadına düşerse ışık nehirlere fısıldayandan, gecenin koynundan gül toplar, başka şey gelmez elinden.
Sadece bunlar değil, sadece bunlar değil.. Yokluğunda çınlayan boşluklardan mezunum.
Çok şey hissediyorum senin için Ama değil bunlar senin istediğin.
Dümen Suyu
Ah, okumaya başlamadan önce Çiçeklere su vermek lazımdır. M.C.Anday
...
 İnsanın hayatla kurduğu ilişki en çok ellerinden okunurmuş. Ellerimden okunuyor: Sakin, zarif, yavaş, kuru. Usul usul saça, yaprağa, suya, kapıya değiyor. Usulca günü geceye, geceyi güne çeviriyor. Ellerim, hayata karşı yeni bir merhamet.
...
“Unutmakla unutmamak arasına gerili o sırat köprüsünden geçiyordum. Karşımda iki eşek: “Sen yana ben yana”. Duruyor.  “İkimizin resmini çıkartmışlar yan yana”. Hey, doktor! Ruhumdaki kadim yırtık hâlâ yerinde mi?  Karanlık ve içerlek bir cümbüş o, doktor! Dik onu doktor. Hey, ”

You Might Also Like

0 yorum