Masa Dergisi Sayı 5

18:58:00

Masa Dergisi ile tanışma sayımın Virginia Woolf olması galiba bir şans. Ben Virginia Woolf'u severek okumuştum. Kendine Ait Bir Oda adlı deneme kitabını bitirdikten sonra kendimi sorgularken bulmuştum. Bunu başarabilen ender yazarlardan biridir Woolf....



Derginin içerisinde sadece Virginia Woolf var dersem, diğer konulara ayıp etmiş olurum. Dergi, sizi 20.yy daki Paris'e götürürken kendinizi Edith Piaf'la yan yana sokakta şarkı söylerken bulmanız ya da Charlie Chaplin ile film çekerken onun hemen yanındaki sandalyede oturmanızı sağlamış.

Ben bu tarz edebiyat dergileri okurken kendimi ya dergilerin sayfalarını çizerken ya da o yazıyı okuduktan sonra düşünürken buluyorum.

Bu kadar konuşmak yeter. Dergiyi incelemeye başlayalım.


Derginin ilk sayfasında bizi Cahit Sıktı Tarancı'nın Abbas şiiri karşılıyor. Ben bu şiiri Otuz Beş Yaş kitabında da okuyunca da etkilenmiştim. Aklıma lise sonda yaptığım Cahit Sıtkı ile ilgili sunum geldi. Onu anladıktan sonra şiirlerini okumak ayrı bir zevk doğrusu.


Sayfamızı çevirip rotamızı İngiltere'ye uzatalım. Gamze İyem, bize, Virginia Woolf'u o güzel kalemiyle anlatmış. Dört sayfa olan yazı sanki yüz sayfaymış gibi hissetmemi sağladı. Okuduktan sonra "İyi ki Virginia Woolf yazmış." dedim. Virginia Woolf'u biraz olsun tanımak istiyorsanız bu yazıyı okumanızı tavsiye derim. Onun hayata karşı duruşunu ya da yaşamak ve ölüm arasındaki o ince çizgiyi belki de bu yazıyla daha rahat anlayabilirsiniz.

"Çünkü insan duygularını zamanında fark edemez. Daha sonra gelişir bu, dolayısıyla biz şimdiyle ilgili tüm duygularımızı yaşayamayız ancak geçmiştekileri yaşayabiliriz."

"Kendini çok genç hissediyordu, aynı zamanda da inanılmaz yaşlı. Her şeyin içinden bir bıçak gibi keserek geçiyordu; aynı zamanda da dışarıdan bakıyordu her şeye."

"İsterseniz kitaplarınıza kilit vurun; ama zihnimin özgürlüğüne vurabileceğiniz ne bir kilit var ne de sürgü, ne de kapatabileceğiniz bir kapı."

"Elimizde dışsal olgular var ama içsel olanlar için kitaplarını anlamak gerekir. Çünkü o her zaman başkasına değil, kendisine nasıl göründüğüyle ilgilenirdi. Kendisi de kitaplarında gizlidir."

"Deneyimlerinin ancak kaleme dökülünce gerçeklik ya da anlam kazanacağını düşünüyordu."

"Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!"

"Bir tek gerçek olduğunu sanıyorlardı. Oysa gerçek her insana göre değişen, elle tutulamayan, su gibi akan bir şeydi. Asıl önemli olan o gün ne yaptığını, şu gün ne yaptığını rapor etmek değil aklından geçen duygularla düşünceleri, anlık izlenimleri saptamaya çalışmaktı."

"Başyapıtlar tek ve her şeyden ayrı olarak doğmazlar; yılların ortak düşüncesinin ürünüdürler, öyle ki yükselen her bir sesin ardında aslında kitlelerin deneyimleri durur. "

"yaşam neden bu denli trajik? Neden bir uçurumun üstündeki küçük bir kaldırım şeridine benziyor? Aşağıya bakıyorum, başım dönüyor. Sonuna dek nasıl yürüyebileceğim diye merak ediyorum..."


Ece Ataer ile kütüphanesine ufak bir ziyaret yapıyoruz. R harfini herkes gibi söyleyemediği için 28.5 harfli bir Bibliyofildir. Küçükken babasıyla okuyup durur. Hediye kitaplar, aldıkları ile doldu taştı kütüphane. Bu samimi yazıya,  biyografi mi desem yoksa deneme mi desem pek bilemedim. Ama okurken yüzümde oluşan tebessüm ile Ece Ataer ile kitapların arasında dolaşmak çok güzeldi.

"Mükemmeliyeti boş ver. Her şey kusurludur. Her şeyin üzerinde çatlaklar vardır. Işık da bu çatlaklar ve kusurlar sayesinde görünür. " Leonard Cohen

"Kendinizi bulmak ya da kaybetmek için evimizde kütüphane oluştururuz. Kütüphanelerde kendini kaybetmek de bulmak da zarar getirmez."

"Kitaplar beni dünyaya farklı bir şekilde bakmaya zorlamıştır."



Sayfamızı çevirelim ve usta oyuncu Füsun Demirel'in İtalya maceralarına konuk olalım. İtalya'da kaldığı sürede Dario Fo ile ilgili çok güzel anılarını bu yazısında bize anlatmıştır.

"Barışın tek bir olanağı var. Mücadeleyi barışın enstrümanları ile sürdürmek...Var olan tüm gücümüzle ölümlere karşı durmak... Düşünecek zaman yok. Vahşi kapitalizmin lokomotifi yeryüzünü dağıtmak üzere hızlanmış, savaşa doğru gidiyor. Biz de her zamanki yineliyoruz : Barışa fırsat ver. Hemen.Başkasını bekleme, sen başlat. Dünya efendilerine her karşı duruş, insanlığa soluk almayı armağan edecek..." Dario Fo



Cemal Tuzak'ın yazım dilini çok beğendim. Bu yazısında bir kelimeyi insanlar üzerindeki etkisini şiirsel bir dille anlatıyor. Okuduktan sonra her yerde paylaştım bu yazıyı . Bu dergideki en sevdiğim yazılardan biri oldu.

"Söz

Sözlerin, söylendikten sonra epey ağırlaşmak gibi tatsız huyları vardır.

Lime lime altında ezildiğin kelimeler olur. Kırgın kaldığın hayatın içinden sıyrılmak, bir yerlere sığınmak gibi dertlerin filan olur arada.

Ezilenler de, genelde ne yapacağını bilmez, kuyruğunu kapana kıstırmış bir fareyi andırır, kelimelerle ezene.

Bu nedenle insan, duracağı yer iyi seçemez her zaman. İnsanın yanlış zamanlarda yanlış yerlerde olmak gibi bir adeti vardır.

...

Hayat bu kadar işte. Küçük dertlerin küçük mezuniyetlerin marifetine alkış tutan ellerimizdir biraz.

...

Doğru yerde durmanın naifliğini doğru kelimelerle anlatmak için;"iyi" olabilmenin tek yolu budur belki.

Kelimelerin, başkalarına iyi gelmek gibi huyları da vardır bazen."

"Duvar

Önündeki duvarları kaldırdıklarında, bir engeli daga aştığını zannediyor insan.

Oysa bazı duvarlar çekip gitmen için kalkar yalnızca. Önceleri vardın, şimdi yoksun. Şimdi git. Şimdi unuttum seni demek için de kırılır engeller."

"Bahar ya da Sonbahar

...

Mevsim kışsa da içinde baharı tutmak, inceden sıcak kalmak gerekir hayata. Ya da mevsiminin yaz olduğu zamanlarda bazen elini cebine sokup ısıtmalı soğuyan içini. ancak böyle,, bir başkasının düştüğüne şahit olabilir insan."

"Ayna ve Hayal

...

Ama aynalarla çok benzeriz  birbirimize. Bir yumruk yemeye görsün, kırılır bin parça olur da yine tek bir söz edemez vurana. Biz de öyleyiz biraz.

Bizi kırıp döken, yüzümüzden düşeni bin parça eden ne varsa, susarız ona. 

'Kırılmak istemiyorsan, kimseye ayna olma' diyordu."

"Yol

...

Nereye varacağımızı bilmiyoruz, kestirmek de bir o kadar zor. Ama önemli olan yola çıkmış olmak bir kere."

 

Oğuz Atay ve Poyraz Karayel...
İkisi de hayata tutunamadı, tutunamıyor...
Orlic kelimeler acıtıyor.
Poyraz Karayel dizisinden sonra Oğuz Atay daha da ünlendi. Usta oyunculuğu ile İlker Kareli'nin canlandırdığı Poyraz Karayel'i anlatıyor Şenay Tanrıvermiş bu yazsısında.

"İyi olacağız diye hayatımızın içine ettiler Albayım, dediğinde, konu sanki yalnızca ona özgüymüş gibi bir yapı içinde verildiğinden bu durumu hoş görebiliyor ve bu arada Poyraz da herkes yerine diyeceğini derken gülümsettiği için irkiltmiyor."

"Babasından görmediği şefkati oğluna göstermeye çalışırken tökezliyor, beceremiyor, genellikle
 altından kalkamıyor ve oğlunun kendisine kol kanat gerdiği, akıl fikir verdiği ve anlayış gösterdiği sahnelerle 'babalık' klişelerini esnetiyor. Önemli olanın 'babalık', 'erkeklik', 'üstünlük' taşlamak değil hatasıyla, sevabıyla sonuna kadar sevmek olduğunu hatırlatıyor."

"Metin tüm bu toplumsal cinsiyet kırılmalarını 'tutunamayan' bir baba , polis, eş, sevgili, çocuk ve kardeş olarak ve 'tehlikeli oyunlar'a dalarak üstü kapalı bir solcu söylem eşliğinde sunuyor."

"Oyunlar gerçeğin en güzel yorumlarıdır. Bizim gerçek dediğimiz şey de, bazı güçlükler yüzünden iyi oynanamayan oyunlardır."


Jamais Vu ( asla görmeme) yazısında Nur Neşe Şahin ayna karşısında kendine bakınca aslında kendinden öte yani kendisinin iç dünyasının yaralarını gördüğünden bahseder. Bu durumu deneme tarzında yazmıştır. Olayın kişi üzerindeki etkisinin oluşumu bir anda değil ama yıllarca birikerek oluşmasını dile getirir.

"Sessizlik, bir hahambaşının bağdaş kuruşu gibi tüm insanlığın orta yerine, bir yavrunun zarından sıyrılıp ilk yakışı gibi  nefesini, nefesin yanışıyla çıkan ses gibi ağlamak ve huzurlu bir ölümün suda çözünüşü gibi yersiz.Aramızda durmaksızın büyüyen bu sessizlik, haksızlıklardan, varsayılan rızalardan, kadınların sığdırılamadığı şu kara parçasında, yapmacık sevgi gösterilerinden, kırılan çocuk kalplerinden, parçalanan ideallerden, ideolojik doğruların mutlak sayıldığı keskin çizgilerde kanayan bileklerden ve daha nicesinden yapılmış camdan bir fanus gibi etrafımızı çevreliyordu. "

"Erdemi, aşkı, vicdanı anlatan şiirlere karnı toktu şehirlerin. Kalabalıklar birbirinden virgülle ayrılmış yalnızlıklardan ibaretti, hepsi o kadar. herkesin derdi bir unutma seansı, bir kaçış ümidi ve kendi yakalarındaki tozu silmekle yüzleşmedikleri bir saniyenin özlemiydi."

"AH
İnsanın kendi gözlerinin içine bakamayışı ne yazık! Jamais vu"


Şenay Gürler ile yapılan röportajda sıra. Ünlü oyuncunun zor dönemlerinde bile kendisinin yanında giden ona yol gösteren UMUDUN önemini röportajında da bahsetmiştir.
 Mücadeleci ve pes etmeyen kişiliği ile yaşadıkları için teşekkür eden bu kadın, babasının onu sinemalara götürmesiyle bugünlere kadar ilerleyen müthiş oyunculuğunu bu sıcacık röportajda okuyoruz.

"Hayal etmekle başlıyor her şey. Belki hiçbir zaman olmaz ama ben hayal etmekten vazgeçmeyeceğim. yapabileceğime inandığım bir gün olduğunda da başlayacağım."


Galiba bizi en fazla etkileyen olaylardan biri ayrılıktır. Özellikle de anne ve babanın ayrılığı. Terk etmesi...
Bu hikayede babasının onu ve annesini terk ettikten sonra yaşadıkları ve yıllar sonra babasını bulmasını acıklı bir dille anlatır Caner Almaz.

"Anne, bu kuş neden uçamıyor, diyorum. Kanadı kırılmış, diyor."

"Anne, ben de o kuş gibiyim, benim de kanadım kırılmış, uçamıyorum."

"Ummadığım yerden, diyor annem, ağlıyor."


Edith Piaf Paris'in sevgilisi... Onca üzücü olaylar yaşamasına rağmen herkese "Sev" diyen kadın. Paris'in sokaklarında şarkılar söyleyen mükemmel sesli kadın...

"Bir kadına öğüt verecek olsaydınız bu ne olurdu?
Sev
Bir genç kıza?
Sev
Peki, bir çocuğa?
Sev."

Hayatında yaşadıkları olaylar onun şarkılarında hissederek devam eder. Non, Je ne regrette rien şarkısı buna en güzel örneklerden biridir.

"Doğumdan kısa bir süre önce, genç bir İngiliz kadın casusu olan Edith Cavell, Almanlar tarafından kurşuna dizilmişti. Ve Anita kızına bu adı seçti: Edith. Bu adı seçmesinin sebebi, Edith adının herkesin dikkatini çekecek olmasıydı. Çekti de... Bir İngiliz casus adı olduğu için değil, Edith Piaf adını kendi yarattı."

"Öldüğüm vakit benim gerçekten kim olduğumu bilmeseler bile hakkımda çok şey söyleyecekler. Bunun ne önemi var diyeceksiniz. Doğru. Fakat bu düşünce benim canımı acıtıyor."


Seyir Hali yazısında Haydar Ergülen bakmak ile görmek arasındaki farkı insan yaşamı üzerinden aktarmıştır. Metrobüste bakmak ya da görmek gibi....

"Boşuna bakmak. Boş bakmak. Öyle mi gerçekten? Bakmak boş bir şey mi? İnsan boşluğa bakarak da dolamaz mı ? Kendini, kalbini, fikrini, düşlerini, gözlerini dolduramaz mı ? Boşluk da bir doluluk hali değil mi? Tıklım tıklım bir otobüste, metrobüste ne boşluğu diyebilirsiniz. Belki de kalabalıktan görülmeyen o boşluktur. kendini göstermeyen, nefes almakta zorlanan, ezilmek üzere olan boşluk."

"Demek ki yalnızca görünene, manzaraya değil, boşluğa da gözü gibi bakmalı insan. Bakmalıyız. Boşluk çünkü gözümüzün gördüğü her şey değildir. Göz alabildiğine uzanan şey boşluk değildir, o manzaradır, çevredir, doğadır, ufuktur. Boşluk, biçimli, kendi biçimiyle dolu ya da yüklü ve bakışım içinde olduğumuz, bakışımlı olduğumuz şeydir."

"Seyir Halindeyken dalıp gitmek doğal. İnsan bir yolcu olarak bulunur çünkü dünyada ve insanlık hali de yolculuk halidir. Öyleyse zaman zaman dalıp da düşüncesinden bir ezgiyle uyanması da doğaldır. Hele o ezgi 'yolun sonu görünüyor' diyorsa."

"İnsan evrimleşerek ayaklandı, iki ayaküstünde durmaya çalışıyor şimdi de. Dünyanın yükünü, birbirimizin derdini, geçmişin ağırlığını, bugünün karanlığını ve geleceğin kahrını ayakta durarak karşılamaya çalışıyor. Bir de kendisi var, insan kendine herkesten, her şeyden fazla yük. O yüzden insanın ayakta kalması, iki ayağının üzerinde durması bir mucize. Ama bu mucizeyi her an göstermesi gerekiyor. Mucize göstermeninse bir değil, birden fazla yolu var. O yollardan biri işte hep ayakta olmak. Bu uyanık olmak, tetikte olmak, duyarlı olmak, farkında olmak ve bakışımlı olmakla eşdeğer bir eylem.Ayakta olmak hayatta olmaktır, hayatta olmaksa eylemli olmak."


Charlie Chaplin yaşadığı olayları ironik bir dille filmlerinde anlatan beyaz perdenin filozofudur.
En önemlisi ise bu güldürüyü 'sessiz' bir şekilde aktarmayı başaran nadir yönetmenlerdendir.

"Felsefem özgürlüğe inanmaktır, silahım gülmektir, lisanım ise kalbimin sesidir"


Charlie'yi en iyi anlatan söz işte budur. Özgürlük, güldürü ve felsefe ve kalp.....

“Zaman en iyi yazardır. Her zaman mükemmel sonu yazar.” 


"Daha güzel bir dünyaya çıkardım şapkamı. Gülümseyerek perdeledim acılarımı. Ezberimdeydi çünkü; Hayat dediğin biraz neşe biraz hüzündü. Uyandığımız rüya, gerçeğimizin dünüydü."


Doğan Ateş, Yağma Yağmur adlı hikayesinde iki kişiden birisinin pencereden bakarken her yağmur yağdığında 'yağma yağmur' diye bağırmasıyla günlerini sayar. Fakat bir gün evi terk eder. Diğer arkadaşı ise onun penceresine bakar.
Peki neden yağmur yağmasın?
 "Yok bir şey gökyüzünde, gösterme artık. Duraktaki yazı mı? Evet. Dün yazmıştı bir kadın.
'Onun dolaştığı yollara yağmur yağmasın/ Yıllar sonra bulayım ayak izlerini.'

"Sokaktaki gençler bir şeyler söylüyorlar. Özgürlük bu diyorum. Özgürlük, dilediğin şarkıyı dilediğin yerde söyleyebilmektir."


V For Vendetta filminin anlatıldığı bu yazı da çizecek bir sürü yer buldum. Okurken düşündüren yazılardan birisiydi. Yasa Baykoz'un dilini de beğendim çünkü üslubu size yazıyı okutmayı sağlıyor.

 "Uzunca zaman maske takarsan, 
altındaki kimliği unutursun.

(V For Vendetta)"

"Her çiçeği sevmek mümkün değil belki ama o çiçeği sevenleri incitmemek mümkün."

"Çünkü sözler yerine kaba kuvvet kullanılabilse de; kelimeler kudretini hep koruyacaktır. Kelimeler anlama ulaşmanın yollarını ve dinleyenlere hakikatin telaffuzunu gösterir."

 
Yıldız Kenter, Cumhuriyet Dönem'inin usta tiyatro oyuncusunu hayatını okurken onu sahnenin bir köşesinde oyununu oynarken gördüm. Oyunu her zamanki gibi kendisine yakışır bir şekilde oynamıştır. 


Arjantinli Viktor... 
Gitarının sazları devrim için çaldı. Sesi ise insanlık için söyledi. Ona zulüm edilse bile o çaldı ve söyledi.
Santiago Ulusal Stadyum'da herkes onun sesini duydu. 

Víctor Jara dudaklarında şarkıyla öldü. Onu yanından hiç ayırmadığı yoldaşı, gitarıyla birlikte stadyuma getirdiler. Ve şarkı söylemeye başladı. Öbür tutuklular, gardiyanların ateş açma tehdidine rağmen melodiye eşlik etmeye başladılar. Sonra bir subayın emri ile askerler Víctor'un ellerini kırdılar. Artık gitar çalmıyordu, ama zayıf bir sesle şarkı söylemeyi sürdürdü. Bir dipçikle kafasını parçaladılar ve diğer tutuklulara ibret olsun diye ellerini kesip tribünlerin önüne astılar.„
—Vladimir Çernisev
yırtıyor fırtına sessizliği
ufuktan bir güneş doğuyor
gecekondulardan geliyor halk
tüm şili türküler söylüyor
venseremos, venseremos!
kıralım zincirlerimizi.
venseremos, venseremos!
zulme ve yoksulluğa paydos.
şili’de halk bugün savaşıyor
cesaret ve halkın gücüyle.
kahrolsun halkın katili cunta
yaşasın “unitad popular”!
venseremos, venseremos!
kıralım zincirlerimizi.
venseremos, venseremos!
zulme ve yoksulluğa paydos.
geçmişe ağlamak fayda vermez,
gelecek, mutlak sosyalizmin,
yarını bugünden kuracaksın
o senin tarihin olacak.
venseremos, venseremos!
kıralım zincirlerimizi.
venseremos, venseremos!
zulme ve yoksulluğa paydos!

Uğur Günel'in hayatında önemli yer edinmiş olan masaları okuduk bu yazısında. Onun şu anki mesleğine gelmesine sebep olan bu masaları..
Masalar onun için arkadaştır, sırdaştır ve en önemlisi ise yoldaştır....

Ve Mi Eşiği Meltem Alkur içimizdeki duvarları ve duvarın bize yaptıklarını edebi dille anlatır.
"Yıkamadığın bir duvarla kendi inşa ettiği duvar arasında yapayalnız kalan aşık aşmaya çalıştığı duvarın arkasını sorgulamaya başlar. Orada gerçekten yüzünde cennet saklı bir sevgilinin olup olmadığından şüphe eder. Olsa ses vermez miydi bunca zaman, o da uğraşmaz mıydı aradaki duvarı yıkmak için!"
Çok güzel yazılar okudum ve çok güzel şeyler öğrendiğimi düşünüyorum. unutmayın 'Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır.'
Keyifli okumalar.

You Might Also Like

0 yorum