Masa Dergisi Sayı 6

21:56:00

Sait Faik, benim okurken mutluluk duyduğum yazarların başında gelir. Bu yüzden de Masa Dergisi'nin bu sayısında dosya konusu Sait Faik olunca hemen almıştım. Tabi dergideki yazılar sadece Sait Faik ile ilgili değil. Sevdiğim yazılardan da bahsedeceğim. Lafı fazla uzatmadan hemen dergiye geçelim.



Dergiyi açtığımda beni Yahya Kemal'in Sessiz Gemi adlı şiiri karşıladı. Görünce tekrardan okudum şiiri. İlk okuduğumda hissettiğim duyguları hissetmemi sağlar bu şiir. Bazı şiirler yüz kere okusanız da sizde ilk okuduğunuzda verdiği hissi verir. Sessiz Gemi şiiri de onlardan sadece biri.
Derginin sayfasını çevirdiğimde beni dosya konusu olan Sait Faik ile ilgili yazı karşıladı. Okurken bir sürü yerin altını çizdim. Yusuf Gürer, Lüzumlu Bir Adam'ın hakkını vererek yazmış yazısını.

"Dünya çarelidir. İnsanlar dünyaya bir çare bulacaklar."

"Ama onun derdi paralı yaşamak değil yakut mavisi gözlerine çalınan dünya insanını, o insanın anlam dünyasını onun kavrayışıylq görebilmek; anlamak ve anlatmak olmuştur. Sadece insanı da değil! Yeri geldiğinde bir martıyı, balığı, kediyi, köpeği hatta sandalı, yelkeni, masayı, sandalyeyi de anlamaya uğraşmış; onların dilinden öyküler yazmıştır. Öykülerinde zaman zaman bir susam helvası olup bir ceketin cebinde kırıntıya dönüşerek insanları izlemiş; yeri geldiğinde yaşlanmış, ömrünün son anını yaşayan bir balık cismiyle ortaya çıkmıştır. Garip olan şudur ki bu hikayelerde bile bir imge peşinde olmamış, insanı asıl ulaşılması, anlaşılması gereken öğe olarak en başa oturtmuştur."

"Kendinden çıkıp kendine dönen yolculuğundaki diyalektiği insanlık durumlarıyla formüle eden bir adamdır Sait Faik."

"Her okurun kendince Sait Faik cümlesi vardır. Çoğunluğun tercihi olan Alemdağ'da Var Bir Yılan'da geçen şu cümle: "Sevmek bir insanı sevmekle başlar her şey." Buraya kadarki kısım Sait Faik'in yazını için insan öğesine ait bir tez ise anti-tezi olarak cümlenin devamını görebiliriz: "... Burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor. Buyurun bununla yakın! İnsanlık durumlarını her haliyle gören bir kalem..."


 Sayfayı çevirdiğimde Haylulu adlı yazı ile karşılaşıyoruz. Nur Neşe Şahin'in kaleminden anlatılmış otobüs durağında bekleyenlerin durumu. Tabi bu durumu Pinhan'ın otobüs durağında Haylulu ile karşılaşmasıyla anlatıyor.


"Bazen sanırsın ki gün ışığı çok uzakta ve terk edilmişsin sanki bir kuyuya itilip. Sonra ovuşturup gözlerini, anlarsın ki bir bahçenin sessizliğinde oturmaktasın, başının üzerinde ay ışığı. Bazen sanırsın ki ömrüne bir düğüm attı Tanrı, sanki evrenin elleri boğazına sarılı. Sonra arkana yaslanıp görürsün ki seni hayata bağlamaktaymış o ip."


"Beni griye boyadılar. İçimdeki gökkuşağını her sabah duvara çiviliyorum. Yıldızlarsa tavanımda ölü bebekler gibi üzerine sarkmakta.Birini sevsem ağız dolusu, günahkar olurum. Bir doğruyu bağırsam, hain... Şimdi burada bir şarkı söylesem, infaz olurum. Beni griye boyuyorlar. Duvarlar ve şehirlerle bir, hepten griye boyuyorlar bizi. Görmüyor musun?"

"Özgürlüğü çok seversen asi, aşkı çok seversen mecnun, hayatı çok seversen gamsız derler. Onlar, hep çok sevme derler ama sen dinleme onları çocuk. Çok sev."

Sayfayı çevirdiğimde Ece Ataer'in yazısı ile karşılaştım. Bu sefer de bize Minareler Şehrinin kadınları adlı kitaptan bahsediyor.

"Eski bir kitap sizi bazen her şeyden daha çok geleceğe yaklaştırır, hemcinslerinizle yakınlaştırır. Özellikle yaşadığımız coğrafya da her zamankinden fazla "baskı, eşitsizlik, sömürü" sesleri yükselirken belki bütün kutsal (!) Havvaları bu derin sessizlikten uyandırır!
Kadınlar, bir bakarsınız, birbirine kenetleniverirler. Yaşam benzerliklerinden utanarak.. Yitik bir zaman parçasında kalmamak için direnirler her şekilde. Ve bakarlar ki bugüne kadar yaşadıklarının ötesinde değeri bilinen, tek anlatıları bedel ödeyerek yazdıkları kendi öyküleri, masalları olmuş! Çünkü kadın devrimin ta kendisidir."


Sıradaki yazı bir Röportaj. Pınar Erol'un, Meltem Cumbul ile yaptığı röportaj dergide en sevdiğim yazılardan biri oldu.

"Meltem Cumbul'un seçimi susmamaktan yana. Deneyimlemek onun için yaşamak demek. belki de budur onu yollara düşürüp başka başka coğrafyalarda yine kendini bulduran."


Sherlock Holmes'a bir de Şenay Tanrıvermiş'in gözünden bakalım. Fakat bu yazı bildiğiniz yazılardan değildir. Okurken hiç bu yönde düşünmemiştim derken buldum kendimi.

"Peki seyirci,herkesi bu denli küçümseyen bir kahramanı neden çok seviyor? Birincisi, seyirci doğrudan Sherlock Holmes'la özdeşleştiğinden, izlerken kendini dedektifin yerine koyup tatmin oluyor İkincisi, kendisinden daha üstün güölere sahip karakterlere ister diktatör olsun isterse kendisinin celladı her zaman hayranlık duyan kitleler kendiliğinden oluşur. "

Albert Einstein üstün zekasını fizik dünyasında kullanarak yeni keşiflere imzasını atmıştır.İşte bu keşiflerden biri olan E=mc² förmülüyle bilinen İzafiyet Teorisini bize Zeynep Sevde Yengi bize anlatmıştır.

"Işığın sabit hızı... Bu anlayış Einstein'ın zaman ve mekanın birbiriyle bağlantılı olduğunu söyleyen İzafiyet teorisinin doğmasına yol açtı.
Ona göre evren bir şeylerin olduğu bir boşluktu ve sanki o keşfettikçe evren canlanıyordu."



Yıllar önce izlediğim filmi bir de Yasa Baykoz'un yazısında görünce hemen filmin bende yarattığı duyguyu hatırlamaya çalıştım. The Reader romantik bir film olsa da aslında savaş sonrası insan psikolojisini de çok iyi özetleyen filmlerden biridir.

Modern sanat hakkında neler biliyoruz ? Ya da bunu ben de yaparım dediğimiz resimler aslında neyi anlatıyor ? İşte bunların cevaplarını vermiş Özlem Şan. Ben okurken sanat konusunda fazla bilgim olmadığı için bir sürü bilgi edindim.


Usta Tiyatro Oyuncusu Mücap Ofluoğlu'nun sanat hayatını anlatıldığı bu yazıda da anladığım gibi Tiyatro Oyuncularına değer verilmiyor. Recep İlkbahar'da onu kendi diliyle anlatmıştır bize. Tabiki ona sadece oyuncu desem az kalır. Aynı zamanda şair ve yönetmendir de. 

"Daha canlı, daha genç yaşamak, daha çok sevmek istiyorsanız güzel sanatların bir koluyla muhakkak ilgileniniz. Şiir sevmiyorsanız müzik, müzik sevmiyorsanız resim; resim sevmiyorsanız heykel; heykel sevmiyorsanız el işleri; el işleri sevmiyorsanız tiyatro; tiyatro sevmiyorsanız sinema seviniz. Sinema da sevmiyorsanız davul zurna seviniz. Ama yaşamak için bunlardan birini seviniz günlük sorunlardan sıyrılıp güzele, iyiye yöneliniz. toplum, yaşamayı bilen kişilerle, yaşanacak toplum haline gelir." Mücap Ofluoğlu

Turna kuşu, bir çok kültürde özel bir yere sahiptir. Aşk, mutluluk,  sıladan gurbete ; gurbetten sılaya haber taşıyan elçidir, barışın ve silahsızlanmanın simgesidir. Ekrem Ataer işte bu kutsal kuşu ile ilgili efsaneleri, hikayeleri yazısında anlatmaktadır.



Bahsedeceğim son yazı ise Gamze İyem'in yazdığı Barış Manço yazısıdır. Benim için yeri hiç kişi ile doldurulamayan kişilerden biri olmuştur. ben onu şarkılarıyla tanıdım onun istediği gibi. Bu yazı da beni o şarkılara götürdü.


Yazımı Sessiz Gemi şiiri ile bitirmek istedim. Derginin son sayfasında bununla ilgili bir çizim vardır.

  SESSİZ GEMİ
  Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
  Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
  Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
  Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
  Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
  Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
  Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
  Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
  Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
  Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
  Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
  Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.

    
                        Yahya Kemal BEYATLI

You Might Also Like

2 yorum

  1. kafa dergisini takip etmeye çalışıyorum son zamanlarda. oldukça yeni dergiler oluştu epeyce zamandır ama hepsini de takip etmek mümkün olmuyor maalesef. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba çok haklısınız her dergiyi takip etmek zor. Ben de elimden geldiğince almaya çalışıyorum. :)

      Sil