Muzaffer İlhan Erdost Üç Şair

17:47:00

"Üç şair,
Üçü de yaşamda değil.
Birini görmedim (Nazım Hikmet).
Biriyle fakülte yıllarında arkadaş oldum.
Biri, gece Ulus'a gelmiş, "Ben Ahmed Arif, kurban!" demişti."


Ben şiir kitapları okumadan önce şairlerin hayatlarını, hangi akımdan veya şiirlerini yazarken neyden etkilendiklerini araştırdıktan sonra şiirlerini okumaya başlarım.

Nazım Hikmet'ten üç kitap, Cemal Süreya'dan iki kitap okumuştum. Fakat Ahmet Arif ile tanışmam bu kitap sayesinde oldu.

Bana göre bu kitabı diğerlerinden ayıran şey, Muzaffer İlhan Erdost'un Ahmet Arif'i ve Cemal Süreya'yı tanıması diyebilirim. Yazılarda onlarla yaşadığı anıları okuduğumda kendimi sofralarında onları dinlerken buldum. Okurken onları yaşadım. Bu yüzden bu kitabın benim için anlamı büyük oldu. 

"Nazım için yazmayı zaman zaman düşündüm. ama bir edebiyat tarihçisi, ya da eleştirmen/meleştirmen gibi değil. Olursa kendime özgü bir yazı olsun istedim. Gün olur yazarım belki derdim. Edebiyatçılar Derneği "Nazım Hikmet'in Şiirinde Devrim Kavrayışı"nı "bildiri" olarak hazırlamamı isteyince, konuyla çerçevelendim. Doğal ki yöntemim de, ancak genel bir yöntem olabilirdi."

Nazım Hikmet ile ilgili yazısını şairin devrim ruhuna uygun olarak yazmayı seçmiş. İlk başta onun devrimini anlatmış. Neye karşı olduğunu, neden Türkiye'de sosyalizmin oluşmadığını anlatmak istemiş.

"Yalnızca üç bilgin ve yalnızca üç devrimci değil,aynı zamanda çok büyük üç sanatkar olarak niteleyeceği Marx, Engels ve Lenin, ilk şiirlerinde daha çok "inkilap" ile özdeştirilen "ihtilal"ci özellkileriyle kucaklanır. Anti-Dühring, Kapital, Materyalizm ve Ampiryokritisizm de öyle. Çünkü, biri felsefe ve sosyalizm, biri kapitalist üretim sürecini tahlil, biri de idealist felsefenin eleştirisi açısından bu üç yapıt, bilimsel sosyalizmin bilgi teorisi en yüksek yapıtlarındandır."


19 yaşım
Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım
19 yaşım
Sana anam gibi hürmet ediyorum
edeceğim
Senin ilk arşınladığın yoldan gidiyorum
gideceğim
Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım
19 yaşım
*
Çok uzaklarda yuvarlanıyor başım
Oturuyor 19 yaşım
yatağımın başucunda
ellerimin avucunda
bana diyor ki;
-- kafamızda getirelim geri
o delikanlı günleri cancazım,
o dehşetli güzel günleri...
*
Köpüklü şahlanışların dönüm yeri..
Dünyanın altıda biri;
kan içinde doğuran ana..
İstasyondan istasyona
yalınayak
tankları kovalayarak
açlıkla yarış...
Şarkıların boyu kilometre
ölümün boyu bir karış...
*
Kafkas;
güneş
Sibirya;
kar
Seslenebildiğiniz kadar ses-
-lenin
24 saatte 24 saat Lenin
24 saat Marks
24 saat Engels
Yüz dirhem kara ekmek,
20 ton kitap
ve 20 dakika şey! ..
*
Ne günlerdi heheheeey
onlar ne günlerdi ahbap! ! ..
Çok uzaklarda yuvarlanıyor başım
Duruyor karanlıkta 19 yaşım
Lambayı yakıyorum
ona hayretle
muhabbetle
hürmetle
ve daha bilmem neyle bakıyorum
bakışıyoruz
*
Yılların arkasında çırptı kanadını
'Strasroy Ploşaat' ın saat kulesi
Yaşıyor herhangi bir 24 saatini
Vatandaş kavgasının darülfünun talebesi;
Balık çorbası, tüfek talimi, tiyatro, balet
KİTAP..
Patetes kamyonu başında süngü tak bekle nöbet
KİTAP... KİTAP...
Madde, şuur, istismar, fazla kıymet
KİTAP... KİTAP... KİTAP...
Manikür;
hayır,
Diş fırçası;
evet.
KİTAP... KİTAP... KİTAP...
Bu ne 24 saat
bu ne 24 saattir ahbap! !
*
Aşk;
yoldaş,
Profesör;
yoldaş,
Zenci;
coni,
Alman;
Telman,
Çinli;
Li
Ve 19 yaşım
yoldaş da yoldaş, yoldaş da yoldaş,
yoldaşım...
Yılların arkasında yuvarlanıyor başım
başım yuvarlanıyor
Uzun saçlarından tutuştu yıllar
yıllar yanıyor
yanıyor da yanıyor...
*
Oku
Yaz
Boz
Bağır
Çağır!
Bütün kuvvetinle nefes al...
KaFanda, kalbinde
etinde
iskeletinde ihtilal...
İhtilal;
gündüz-gece
Gece ormanda çam dalları yakarak,
bembeyaz
yusyuvarlak aya bakarak,
hep bir ağızdan şarkılar söyleniyor..
Ve bu anda
kuvvetli dinç
bir ağrıdan gelen deli bir sevinç
sıçrar atlar köpüklenir çatlar
kafanda...
*
Haaayydaa,
beyaz orduları dumanlı ufuklar gibi önüne katan
bir kızıl süvarisin,
bir kızıl süvariyim,
bir kızıl süvariyiz,
bir kızıl, , , , ,
Geçti üç yıl
Ey benim 19 yaşım,
Ormanda çam dalları yaktığımız
hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek aya baktığımız
gecelerin üstünden........
Ben yine söylüyorum aynı şarkıları
Döndürmedi rüzgar beni havada yaprağa,
ben kattım önüme rüzgarı...
Ve sen ki en yıkılmazları yıkabilirsin,
gözüme bakabilir
elimi sıkabilirsin...
Ve sen ki...
Sen,
BENİM İLK ÇOCUĞUM, İLK HOCAM, İLK YOLDAŞIM
19 YAŞIM

Devrim tutkusu ile harmanlanmıştır şiirleri ve devrim tutkusu ile bağırmıştır şiirleri. O ruhunu ve kendini devrimine teslim etmiştir tıpkı şiirleri gibi.

"Teokratik feodal devlet sisteminden yana lan ve dolayısıyla hilafetin ve padişahlığın kaldırılmasını istemeyen gericilik karşısında demokratik (ulusal) kurumlar oluşturulurken, emekçilerin ekonomik örgütlenme özgürlüğü istemleri de sosyalizmle özdeşleştirilir. Demokratik bir yönetim olan Cumhuriyet, gericiliğin saldırısından genel düzenlemelerle korunurken, emekçilerin demokratik istemlerinin yasal baskı altına alınması, demokratikleşmeyi bir yanıyla engelleyecek ve yönetici kadronun bürokratikleşmesine ve bürokratik egemenliğine neden olacaktır.

Dolayısıyla, sosyalizm/komünizmin, bir sistem olarak özlenmesi/istenmesi kadar, demokratikleşme özlemi de, kendi söylemini, emekçiler açısından, sosyalizm/komünizmin ideoloji olarak özgürleşmesinde bulunacaktır.
Bu nedenle de, Nazım'ın 28 yıl ağır hapis cezasıyla Bursa Cezaevinde yattığı yıllarda, ona, içten içe duyulan yakınlığın nedenini, yalnızca sosyalizm özlemiyle değil, kimileri açısından da özgürleşme özlemiyle açıklamak daha doğru olur sanırım."

 Sosyalizm
Yani şu demek ki dayı kızı
Sosyalizm 
Senin anlayacağın yani
El kapısının yokluğu sende
İmkansızlığı
Ekmeğimizde tuz
Kitabımızda söz
Ocağımızda ateş oluşu hürriyetin
yahut, başkası yelde 
sen yaprakmışsın gibi titrememek
bunun tersi yahut
sosyalizm
devirmek dağları el birliğiyle
ama elimizin öz biçimi
öz sıcaklığı kaybetmeden
yahut sevgilimizin bizden ne şan ne para 
vefadan başka bir şey beklemeyişi
sosyalizm 
yani yurttaş ödevi sayılması ihtiyarlığın 
yahut mesela
esefsiz
güvenle
emniyetle
gölgeli bir bahçeye girer gibi
girebilmek usulcacık ihtiyarlığa
ve hepsinden önemlisi
çocukların ama bütün çocukların 
kırmızı elmalar gibi gülüşü

Arkadaşı Cemal Süreya'yı ise kendi anıları ile birleştirerek onun sanatından bahsetmiştir. Sürgün ve Göçebe, Sosyalizm, Erotizm, İkinci Yeni alt başlıklarıyla anlatmış ve ölümünde ve ölümünden sonra yaşadıklarından bahsederek kendi için Cemal Süreya'nın önemine değinmiştir.

"Okuyup irdelemeyi değil, daha çok konuşmayı sevmiş olamlı Cemal. Konuşmaya benzer bir ilişkidir kitaplarla kurduğu ilişki de. Birleştirmeyi değil, ayrıştırmayı; toplamayı değil, dağıtmayı; biriktirmeyi değil, harcamayı sever gibi. Kendisini bulmayı değil, kimi gülüşlerin ardına kendini serperek gizlemeyi sever gibidir de."

1938 yılında yaşanan Dersim isyanından sonra Cemal Süreya ve ailesini Bilecik'e sürgün etmişlerdir. Fakat o sürgün olduğunu hep saklamak ister. O kendisine sürgün denilmesini değil göçmen denilmesini istemektedir. Çünkü ikisi de aynı kapıya çıkar. Yurdundan başka bir yerde olmak.

"Cemal 'in (Süreya), Kürtler yalan söylemek zorunda / Arnavutlar doğru dizelerini, şöyle söylemek de olanaklı: "Arnavutlar doğru söylemek zorunda / Kürtler yalan."

Belli ki Arnavutluğunu her yerde çığlıklamış olan (Cemal 'in deyişiyle "edebiyatımızın mareşalı") Buyrukçu 'ya (Muzaffer) karşı kendi haklı nedenlerini bu iki dizede dile getiriyor. Cemal 'in, Buyrukçu 'ya şöyle dediğini duyar gibiyim: Ben sürgün olduğumu saklamak zorundaydım, Kürt olmak nedir bilincine varmadan daha. Sen ise Arnavut olduğunu saklayamazdın da. Arnavut olduğunu çığlıklamaman için bir neden de yoktu. Çünkü Arnavutlar bu ülkede "göçebe" dir, ama Kürtler değil. Ya da bu ülkede "sürgün" olan Kürtlerdir, Arnavutlar göçebe.

Hemen burada söylemek bir paradoks gibi algılanabilir. Cemal, kendini "göçebe" olarak algılar. Öyle gezgin anlamında, yani coğrafya göçgünü göçebe değil. Bu, kendini bir yere oturtamamış olmaktan kaynaklanan göçebeliktir: "... ben hangi şehirdeysem / yalnızlığın başkenti orası".

Cemal için "Gurbet garba düğşmektir" aynı zamanda ve kendisi her zaman bu "gurbet" dediği Garpta olacaktır. Bilecik 'te, İstanbul 'da, Ankara 'da, Paris 'te. Hepsi onun Doğusuna (Şark 'ına) göre, gurbettir."


Bu yüzden onun ülkesi Türkçe. Başkenti de şiir oldu.

Ahmet Arif ise çocukluğu Diyarbakır'da gençliği ise Ankara'da geçmiş aşiret ile kentleşme arasında sıkışık kalmıştır. Kendi kendine çözüm bulmaya çalışır. İkilemde kalması belki de onun şiirlerinin de ikilemde kalmasına neden olmuştur. Devrimci düşünüşünü geleneksel söylemle birleştirmiştir. Kendini anlatmanın yolu olarak şiiri seçmiştir.

"Bu arada, kente indiği zaman, bir ayağı tarlada, bir ayağı maden kuyusunda olan yarı-köylünün, bir kolu pamuk tarlasında, bir kolu fabrikada olan yarı-proleterin, düzen içinde değerini, yerini bulamadığını belirten devrimci teoriye övgü, Ahmed Arif 'te vurgulanır: sevmenin kusursuz felsefesi, sisli bir dağın ardından ışır gibidir.

Işır gibidir, çünkü kapitalistleşme yaygın bir biçimde uç vermiş, ve artık, "Çukurova / kundağımız, kefen bezimiz" dir ve Kastamonu 'nun ünlü Sepetçioğlu 'su bir kömür işçisidir, Urfa 'da Fransız 'a kurşun atan Urfalı Nazif mavzer değil, kürek tutmaktadır. Bu kürek, kendi avlusunda, kendi küçük tarlasındaki kürek değil, kör boğaz nafaka uğruna, halden düşmüş tebdil gezen can pazarındaki kürektir, yani ücretli işçidir artık. O geçmişin ayaklanan adamı, düşmana silah çeken adamı, ücretli işçi olmakla birlikte, henüz büyük sanayi işçisi değil, pamuk işçisidir, kömür işçisidir. Çünkü birkaç işletme dışında, işçi sınıfı, kendi sınıfının kurtuluşunun, kendi sınıfıyla insanlığın kurtuluşunun savaşımını başlatacak bir güçte değildir henüz. Ahmed Arif, teoriyi kendi toplumunun gerçeğiyle uzlaştırdığı içindir ki, onda, toplumun ilerici ve devrimci öğeleri, çeşitli kesimleriyle yansır, ama olduğu kadarıyla, o gün olduğu gibi."


Ahmet Arif Anadolu şiirinde gurur ve nefretin tablosunu iç içe çizer. 

 ANADOLU  

   Beşikler vermişim Nuh'a
   Salıncaklar, hamaklar,
   Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
   Anadoluyum ben,
   Tanıyor musun ?

   Utanırım,
   Utanırım fıkaralıktan,
   Ele, güne karşı çıplak...
   Üşür fidelerim,
   Harmanım kesat.
   Kardeşliğin, çalışmanın,
   Beraberliğin,
   Atom güllerinin katmer açtığı,
   Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,          
   Kalmışım bir başıma,
   Bir başıma ve uzak.
   Biliyor musun ?

   Binlerce yıl sağılmışım,
   Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
   Nazlı, seher-sabah uykularımı
   Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
   Haraç salmışlar üstüme.
   Ne İskender takmışım,
   Ne şah ne sultan
   Göçüp gitmişler, gölgesiz!
   Selam etmişim dostuma
   Ve dayatmışım...
   Görüyor musun ?

   Nasıl severim bir bilsen.
   Köroğlu'yu,
   Karayılanı,
   Meçhul Askeri...
   Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
   Sonra kalem yazmaz,
   Bir nice sevda...
   Bir bilsen,
   Onlar beni nasıl severdi.
   Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı
   Minareden, barikattan,
   Selvi dalından,
   Ölüme nasıl gülerdi.
   Bilmeni mutlak isterim,
   Duyuyor musun ?
 
   Öyle yıkma kendini,
   Öyle mahzun, öyle garip...
   Nerede olursan ol,
   İçerde, dışarda, derste, sırada,
   Yürü üstüne - üstüne,
   Tükür yüzüne celladın,
   Fırsatçının, fesatçının, hayının...
   Dayan kitap ile
   Dayan iş ile.
   Tırnak ile, diş ile,
   Umut ile, sevda ile, düş ile
   Dayan rüsva etme beni.

   Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
   Namuslu, genç ellerinle.
   Kızlarım,
   Oğullarım var gelecekte,
   Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
   Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
   Gözlerinden,
   Gözlerinden öperim,
   Bir umudum sende,
   Anlıyor musun ?

You Might Also Like

0 yorum